“Geleceğin Kaçınılmaz Belirsizliği” ve İş Yaşamında Başa Çıkma Yolları

Yaş ilerledikçe insan hava durumunu daha çok merak eder olurmuş. Galiba doğru, ben de kendimi eskisine göre daha sık hava durumuna bakarken buluyorum.

Benim cep telefonumdaki uygulama 9 gün sonrasına kadar detaylı hava tahmini yapabiliyor. Genellikle 1-2 gün sonrasını oldukça iyi tahmin ediyor. Üçüncü, dördüncü günden sonra sapma oranı artıyor. Hele altıncı, yedinci günden sonrası genellikle pek tutmuyor.

Örneği bugün Pazartesi ise, Salı gününün hava tahmini büyük bir doğrulukla hesaplanabiliyor.  Çarşamba günkü hava tahmini ise Salı verilerine istinaden hazırlanıyor. Çarşamba ve sonraki günlerin tahmini de bir önceki günün tahmini baz alınarak yapılıyor.

Peki bir gün sonrası için doğru hava tahmini yapılırken, neden daha ileri günlerin tahmininde hata payı yükseliyor? Ve neden 10 gün sonrası için tahmin dahi yapılamıyor?

Bunun sebebi belirsizlik faktörü. Bugün Pazartesi olduğunu kabul edersek, Salı günü tahmini, % 90 doğruluk olasılığı ile (örnek olarak) hesaplanıyor. Çarşamba günü tahmini ise Salı günü tahmini esas alınarak yine % 90 doğruluk payı ile hesaplanıyor. Bu durumda Pazartesi gününden Çarşamba gününe doğruluk olasılığı % 81’e düşüyor. 9 gün sonrası için bu oran % 34’e kadar iniyor, yani büyük ihtimalle tutmuyor.

Belirsizlik ve olasılık, sadece hava tahmini için değil, günlük hayatımız ve çalışma hayatımız için de varlığını sürdürüyor. Biz sanki öyle değilmiş, her şey bizim kontrolümüz altındaymış ve gibi yaşıyoruz ama inanın durum böyle.

Elbette ilgi alanlarımız, çalışmalarımız, çabalarımız son derece kıymetli. Elbette biz onlarla geleceğimize yön verebiliyoruz ve kontrol edebiliyoruz. Ama aynı hava durumunda olduğu gibi, bu “kontrol” kısa vadeler için geçerli. Orta ve uzun vadeler için belirsizlik faktörü artıyor ve hedef tutturmada sapma olasılığı artıyor.

Orta ve uzun vade gelecek için atıp tutanlara vizyoner veya fütürist ya da gelecek bilimci deniyor. Fakat onlar da genellikle doğru tahmin yapamıyor. Onca tahmine, öngörüye rağmen, orta ve uzun vadede, genellikle kimsenin aklına gelmeyen şeyler oluyor ve kendimizi beklenmedik mecralarda buluveriyoruz. Sadece bireysel olarak değil, toplumsal olarak da böyle oluyor. Örneğin Covid salgını bir anda hayatımıza girdi ve kimsenin öngöremediği şekilde her şeyi altüst etti.

Aslında fütüristlerin kehanetlerinin tutmaması onların yetersiz olmasından kaynaklanmıyor. Onun yerine, geleceğin tahmin edilemez olmasından kaynaklanıyor. Aynı hava durumunda 10 gün sonrasının bilinemeyeceği gibi.

Belirsizlik, olasılık, istatistik gibi kavramlar insanlık tarihin son derece yeni kavramlardır. İş yapış şeklimizde önemsenecek düzeyde yer alması ise ancak 2000’li yılların başlarında olmuştur. Zira Start-Up ve Agile (çevik) gibi yaklaşımlar, “uzak geleceğin tahmin edilemez olduğu” kabulü üzerine inşa edilmiştir. Bu yaklaşımlara göre, yapmamız gereken, geleceğin kaçınılmaz bilinmezliğini kabullenmek ve ona göre kısa ve uzun vade planlarımızı sıklıkla güncellemektir.

Örneğin, bir Start-Up girişiminin öncesinde potansiyel kullanıcılara ulaşıp kapsamlı anketler yapmış olabilirisiniz. Kullanıcılar büyük yüzdeyle hedef fiyat içinde bu ürünü satın alacaklarını beyan etmiş olabilirler. Fakat bu durumda bile, ürün ortaya çıktığında, ürüne ilgi tam bir hayal kırıklığı olabilir. Veya tam tersine hiç umut vadetmeyen bir ürün inanılmaz bir ilgi görebilir.

Herhalde anlaşılmıştır ama yine de tekrar edelim: Bu yazıdan içeriğinden, anket, pazar araştırması gibi ön çalışmaların gereksiz olduğu ve girişimcilerin hiçbir ön hazırlık yapmadan şansına güvenerek iş hayatına atılmaları gerektiğini anlamı çıkmamalıdır. Hiç şüphesiz, hazırlık yapmadan işe atılan kişilerin, başarılı olma ihtimali ön araştırma yapanlara göre çok daha düşüktür.

Yani anket, ön çalışma, pazar araştırması elbette yapılmalıdır. Ama bu yeterli değildir. Öngördüğümüz tarih bugün olduğunda, bizi nelerin bekleyebileceğine dair belirsizlik asla göz ardı edilmemelidir.

Agile ve Yalın Start-Up yaklaşımları, önce bu belirsizliği idrak etmemiz ve devamında bu belirsizlikle nasıl baş edebileceğimizle ilgilidir.

Düşüncemizi birkaç görsel ve örnekle kuvvetlendirelim. Günümüzden 250 yıl önce, ayakkabı imal eden bir işletmeyi düşünelim. Bu işletmenin temel ihtiyaçları kösele, deri, ip, dikiş iğnesi, üretim yapacak işgücü ve temel enerji kaynaklarından ibaretti. Teknik imkanlar belirli ve sınırlıydı. Yani teknolojik gelişme beklentisi bile yoktu. Müşterinin ihtiyacı da belli idi. Müşterilerde farklı model talepleri, estetik ihtiyaçlar yoktu. Zaten talep arzın üzerindeydi. Yani ne üretilirse satılabiliyordu.

Dolayısıyla bu işletme için belirsizlikten söz edilemezdi. Diğer bir deyişle, bu işletme belirsizlik bakımından konfor alanında yaşıyordu.

Fakat zaman ilerledikçe teknoloji gelişti, onunla paralel olarak müşteri ihtiyaçları da gelişti. Fakat asıl huzursuzluk sebebi, teknolojinin ve ihtiyacın belirsizliğinde yatıyordu. Örneğin, plastik icat olmuştu ama plastiğin ayakkabı için kullanılıp kullanılmayacağını kimse bilmiyordu. Fiyat-performans dengesi tam bir muammaydı.

 

Kullanılabilir olsa bile müşterilerin bu yeni malzemeyi benimseyip benimsemeyeceği de bilinmiyordu. İşletmeler karar vermeliydi. Öncülük yapıp plastik ayakkabı işine girmeli miydiler? Yoksa bekleyip pazarın nereye evrileceğini mi beklemeliydiler? Acaba beklemeyi tercih ederlerse, pazarda geriye düşme durumları söz konusu olabilir miydi? Yani, yandaki şekilde görüldüğü gibi bundan böyle, “konfor alanı”, yerini “belirsizlik alanına” teslim ediyordu.

İşte gündeme oturan belirsizlik dediğimiz şey böyle bir şeydi. Teknoloji ve müşteri taleplerinin gidişatı öngörülemiyordu.

Günümüzde ise teknoloji neredeyse insan aklının ötesinde yerlere doğru evriliyor. Yeni dönem icadı olan yapay zekanın nasıl evrileceğini, insanları nereye götüreceğini kimse tam olarak öngöremiyor. Genetik teknolojisi bilim kurgu filmlerine taş çıkaracak gelişmeler sağlıyor. Tüm bunlara paralel olarak müşteri ihtiyaçları hepten öngörülemez hale geliyor. Daha 5 yıl önce araba bilgisayarlarında bulunan navigasyon programları hayranlık uyandırırken, Google gibi firmaların serbest kullanıma açtığı ve cep telefonunda çalışan navigasyon uygulamaları sayesinde hepsi çöp oldu.

Yani gelecek zamanın belirsizliği öngörülemeyecek şekilde arttı. Öyle ki, buna belirsizlik demek bile hafif gelmeye başladı. Literatürde, “belirsizlik” yerine, “kaotik” hatta “anarşik” kavramları telaffuz edilmeye başlandı.

Ve bir kez daha hatırlatalım: Bu belirsizlik artan bir şekilde hayatımızda yer tutmaya devam edecektir. Doğru yaklaşım şöyle olmalıdır: Önce bu belirsizliği anlamak ve varlığını kabul etmek gerekir. Devamında bu belirsizlikle baş edebilme yollarını keşfetmek ve uygulamak önemlidir.

Gelecek yazımda (en geç 2 hafta içinde) bu belirsizlikle baş etme yollarına değineceğim. O zamana kadar yorumlarınız varsa bana iletebilirseniz sevinirim.

 

Yazının ikinci ve son bölümü için bu linki tıklayabilirsiniz

 

Share